Arabanın Torpidosuna Sokarım!!!!!

Arabanın Torpidosuna Sokarım!!!!!
Murat Özarı: - Eğer var ya bak sana Fikret Engin sana bişey söyliyim, bak bi dakka ya, bi dakka sana bişey söyliyim, o Teoman, sen şimdi burdasın ya, sen benim arkadaşımsın, Fikret Engin, ben senin için ölüme giderim. Fikret Engin: - Eyvallah, ben de giderim abi, tamam. Murat Özarı: - Sen benim kader arkadaşımsın. Teoman Bey, sana benim yanımda öyle vuracak var ya, O Teoman'ı var ya, arabanın torpidosuna sokarım!!!

30 Nisan 2011 Cumartesi

Şampiyon !!!

Oldular, olacaklar, oluyorlar, yoksa olamıyorlar mı,derken oldular. Borussia Dortmund şampiyon...

27 Nisan 2011 Çarşamba

Nihat

Yıllar yıllar önce devre arasında 5 milyon euro'ya Real Sociedad'ın yolunu tutmuştu. Teknik direktör Daum ve taraftarların onca itirazına rağmen. "Onu satmak, şampiyonluğu satmaktır" demişti Daum, Nihat için. İspanya'da tozu dumana kattı, gol krallığına bile oynadı Beşiktaş'lı Nihat. Orada kalsa herkes için hayırlısı olacaktı, fakat Demirören ısrarlıydı. İstediği astronomik ücrete de evet dedi, 8 sezon önce 5 milyon euroya satılmış adamı 4.5 milyon euro'ya geri almamızı isteyen Villareal'e de. Nihat yuvaya dönmüştü. İspanya'da kazandığı deneyim ve içindeki Beşiktaşlılık aşkıyla takıma abilik yapacaktı. Fakat hiç de planlandığı gibi gitmedi işler. Askerlik sebebiyle sezon başı kampını kaçırdığı için lige kötü başlamasına çok da tepki gösterilmedi, nasıl olsa formunu bulur diye düşündü taraftarından yöneticisine, başkanından futbolcusuna herkes. Haftalar ilerledi, ilerledi, Nihat bir türlü ölü toprağını üzerinden atamadı. Bırak gol atıp asist yapmayı, ayakta bile duramıyordu çoğu zaman. Ayapına aldığı her topu kaleye vurması, arkadaşı ona pas vermediği zaman yaptığı el kol hareketleri başarısızlığıyla birleşince tepkiler artmaya başladı. Aldığı ücret de tartışılmaya başlandı. Öyle veya böyle sezon bitti. Yeni umutlarla başlayan 2010-2011 sezonu onun için artık onur mücadelesi vereceği bir arenaydı artık. Avrupa Ligi elemesinde eşleşilen Faroe temsilcisi Vikingur'a 2 maçta attığı 3 gol ve hırslı futboluyla sezona çok iyi girdi. Tüm Beşiktaş'lılar "Nihat geri döndü" diye sevinirken, sakatlık geldi. Be sakatlıkmış ki bu, bir türlü iyileşemedi Nihat. Böbrek nakli yapılan Ivan Klasnic bile 3 ayda sahalara dönerken, Nihat antremanlarda yapılan düz koşu sayısında dünya rekorları kırdı. Sahalara dönmesinin üzerinde 1 ay yeni geçmişti ki, Konyaspor deplasmanında kendisine pas atmayan Quaresma'nın üzerine yürüdü, nereden alışkanlık edindiği belli olmayan o itici külhanbeyi tavırlarıyla. Maç bitiminde de aldığı parayı eleştiren spor yazarı Turgay Demir'le seviyesi düşük bir tartışma içerisinde kendini kaybetmiş bir biçimde objektiflere yakalandı. Bugün Nihat'ın sözleşmesinin feshi gündemde. Yıldırım Demirören'in özel işleri sebebiyle yapılamayan toplantının gündemi Nihat'ın takımla ilişiğinin kesilip kesilmemesi olacaktı. Saha içinde aldığı paranın hakkını veremediği, saha dışında da iyi bir örnek olmadığı aşikar. "Beşiktaş'ın çocuğu" diye çağrıldığı tribünlere karşı boynu bükük, o da bunun farkında. Nihat'ın bence en büyük problemi, şimdi takımda oynayan futbolcuların hiçbiri ortalarda yokken onun Beşiktaş formasını yıllarca giymesinden dolayı kendini diğerlerinden daha kıdemli, daha Beşiktaş'lı, daha ayrıcalıklı görmesi. Geldiğinden beri takımdaki diğer isimlerin kendisinden daha fazla katkı yapıp daha kilit roller oynamasını hazmedemedi Nihat. Quaresma topla çok oynuyor, ve o pozisyonda daha rahat durumda olan Nihat'a çıkarmalıydı topu belki, tamam. Ama Allah aşkına, maçı izleyenlerden kaç kişi o topun Nihat'ın ayağında ezilmeyeceğini düşündü acaba? Hem Nihat kendine olan güvenini yitirdi, hem de onu izleyen milyonlarca Beşiktaş'lı. Bu saatten sonra Nihat'a burada rahat yok. Sözleşmenin feshi en hayırlısı. Hem bize eziyet etme, hem de kendine Nihat. Git. Lütfen, daha fazla rezil olmadan, git bir an önce. Seni Porto'ya El Dragao'da attığın inanılmaz golle hatırlayalım en azından. Bari o güzel anıyı bırak bize.

26 Nisan 2011 Salı

İntikam

Hollanda Ligi 2010-2011 sezonunun 10. haftası, Feyenoord için unutulmak istenen, tarihi bir hezimeti barındırıyor. Ezeli rakiplerden PSV karşısında alınan 10-0'lık mağlubiyet, o günden beri çok Feyenoord'lunun canını yakmakta. Rotterdam cephesinden bakıldığında PSV ile içeride oynanacak olan maç, hezimetin intikamını almak, ateşi biraz olsun söndürmek anlamına geliyordu. Ajax ve Twente ile olan yarışını burun farkıyla lider sürdüren PSV için ise şampiyonluğu kucaklamak, Feyenoord deplasmanından kayıpsız çıkmaktan geçiyordu. Ama şampiyonluk iddiası, intikam ateşine yenik düştü. Taraftarının inanılmaz desteğiyle, zaten 1 haftadır bu maçla yatıp kalkan Feyenoord'lu futbolcular maça rakip kaleye saldırarak başladı. Baskı 27. dakikada meyvesini verdi ve Wijnaldum takımını öne geçirdi. İkinci yarıda Engelaar atıldı, tam PSV artık dağıldı derken 60'da Toivonen beraberliği getirdi. Fakat PSV'nin sevinci çok sürmedi, 3 dakika sonra Wijnaldum skoru 2-1 yaptı, bu dakikadan sonra gardı düşen ve gittikçe panikleyen PSV Castaignos'a da engel olamadı ve şampiyonluk ümitlerini De Kuip'e gömdü. 68 puanlı Twente ve 67 puanlı Ajax'ın arkasından 65 puanla üçüncülüğe düşen PSV'nin işi artık çok zor. Ajax bu hafta hiçbir iddiası olmayan Heerenveen'le deplasmanına oynuyor, Twente ise 32 maçta 93 gol yemiş lig sonuncusu Willem II'yi konuk edecek. Ligin son haftası ise deyim yerindeyse karakolda bitecek bir karşılaşmaya, Ajax - Twente kapışmasına sahne olacak. Twente'ye karşı ikili averajda da geride kalan PSV'nin şampiyonluk şansı kalan 2 maçı da kazanıp Twente'nin iki maçta da puan kaybetmesine bağlı. Ajax da Heerenveen deplasmanında mutlaka puan kaybedip Twente'den de en az beraberlik koparmalı. Merak ediyorum, PSV'li oyuncular Feyenoord maçından sonra "ulan keşke ilk maçı 3-0'da falan bıraksaydık da, bu kadar üzerimize çullanmasalardı" diye durup düşünmüşler midir acaba?

25 Nisan 2011 Pazartesi

Higuain!!!

Ligin ilk yarısında oynanan Athletic Bilbao maçından sonra belindeki sakatlık nedeniyle yaklaşık 4 ay oynayamayacağı kesinleştiğinde Mourinho'yu korku sarmıştı. Sadece Benzema ile hedefe yürüyemeyeceğini düşünen Mourinho devre arasında onun yerini doldurmak için Adebayor'u kiraladı. Ve nihayet Higuain de iyileşti, ilk 11'de çıktığı Valencia maçında 3 gol birden atarak bu takımın onun klasına neden ihtiyacı olduğunu gösterdi. Gol becerisi Benzema'dan da, Adebayor'dan da yüksek olan Arjantin'li, Madrid'de direkt oynamaya başladığı son 3 sezonda (bu sezon da dahil) 104 maçta 64 gol attı. Bu ortalama La Liga gibi Messi'li, Ronaldo'lu, Villa'lı, Forlan'lı bir ligde gol kralığı getirmiyor belki ama, Higuain gösterdiği çabanın karşılığını taraftarın büyük ilgisi ve sevgisi ile aldı zaten. Her Higuain'in fotoğrafını gördüğümde Beşiktaş'a forvet oyuncusu denilerek kakalanan orta alan oyuncusu abisi Federico geliyor aklıma, hüzünleniyorum.

22 Nisan 2011 Cuma

Görmemişin Kupası Olmuş...

Real Madrid 19 yıl sonra  Kral Kupası'nı Barcelona'yı yenerek kazanınca Sergio Ramos feci dağıttı.Tur otobüsüyle şehri gezip kutlama yaparken sevinçten kendinden geçen Ramos, bir an kupayı ellerinin arasından bıraktı, yere düşen kupa otobüsün altında ezilerek paramparça oldu.

21 Nisan 2011 Perşembe

Şampiyon Olmak İstemeyen Takım, Arsenal...


Premier Lig'de Manchester ve Arsenal arasındaki çekişme yavaş yavaş azalmaya başladı. Manchester United beklenilen puanları kaybettikçe takipçisi Arsenal kazanıp puan farkını eriteceğine hepten saçtı, saçtı ve bugün Tottenham karşısında da kaybettiği 2 puanla bence "benden bu kadar arkadaş" diyerek ikinciliği averajla Chelsea'ye bıraktı. Ligde oynadıkları son 15 maçta tam 8 beraberlik alan Arsenal, bu süreç içerisinde 3 mağlubiyet alan Manchester United'a yetişemedi. Wigan, Newcastle, Sunderland, West Bromwich, Blackburn gibi ligin vasat ve iddiasız takımlarına kaybedilen 10 puan Arsenal'e şampiyonluğu kaybettirecek çok büyük ihtimalle. Lider Manchester takipçilerine 6 puan fark yaptı ama deplasmanda Arsenal, içeride ise Chelsea ile oynayacak. Yani Arsenal oynayacağı 5 maçta 15 puan toplayabilse halen şampiyonluk için şansa sahip. Fakat takım o ışığı vermiyor açıkçası. Sezon başından beri savunma oyuncuları ve kalecilerin bireysel hatalarıyla (Almunia!!!) defalarca puan kaybeden Arsenal, bir yerde kendi ipini kendi çekmiş oldu. 4-0'dan beraberliğe gelen Newcastle maçı, Emirates'te ezeli rakip Tottenham'a 2-0'dan 3-2 kaybedilen derbi, 110. dakikada yenilen penaltı golüyle 2 puan bırakılan Liverpool maçı (Eboue saolsun), ve son olarak yine Tottenham'a karşı 3-1 öndeyken 3-3 bitirilen maç, Arsenal ve Wenger'in sezon sonundaki en acı hatıraları olacak. Yıllardır Premier Lig'in en iyi futbol oynayan takımı olarak öne çıkartılan Arsenal'de yıllardır süren kupasızlığa rağmen toz kondurulmayan Wenger'in takımı gerektiği gibi takviye etmemesi (takıma sezon başı adam gibi kaleci alması gerekirken bitime 2 ay kala 41 yaşındaki Lehmann'ı futbola geri döndürmesi), kendi yetiştirdiği bazı oyunculara olan saplantısı ve onların kariyerlerini Arsenal'in başarısından önde görmeye başlaması (orta alana takviye yapmayışının sebebini Denilson'un kariyerine yara vermemek olarak açıklaması), şampiyon karakterli bir takım yaratmak yerine altyapı hocası gibi davranması sebebiyle artık sesli olarak eleştirilmeye başlaması da kimbilir, bir sonun başlangıcı olacak Londra ekibi için. Kaptan Fabregas'ın son yaptığı açıklamada özetle şunları söylüyor olması da; buna bir işaret:
"2007 ve sonrasında kendimi hep "Kazanamıyoruz ama iyi oynuyoruz" diye avuturken buldum. Bir saatten sonra o da işe yaramıyor. Hep bir yerlere kadar getiriyoruz; sezonun bir noktasında tüm kupalara aday bir noktaya geliyoruz. Ancak bir türlü sonunu getiremiyoruz. İşte tam bu noktada bir karar verilmeli: 'Kupa kazanmak mı, yoksa oyuncu yetiştirmek mi?"

Koydu, ağırlığını!!


Haftasonu durdurdular, bu akşam da vurdular. Real Madrid 19 yıl sonra Kral Kupası'nı kazanmak için Mestalla Stadı'na çıkarken, Mourinho da façasını 5-0'la fena bozan Barcelona'ya karşı 3. galibiyetini almanın peşindeydi. Top her zamanki gibi Barcelona'da kaldı, bir dönem oyun tek kaleye döndü, ama başta Casillas olmak üzere Madrid savunması inanılmaz oynadı. Uzatmalarda son sözü Ronaldo söylerken Real Madrid Barcelona'yı 6 maç sonra yendi, Mourinho Chelsea ve Inter'den sonra Real Madrid'le de Barca'yı dize getirdi, İspanya'daki ilk kupasını aldı. Ben ikinci yarının son 25 dakikası ve uzatmaların tamamı dahil olmak üzere Real Madrid'in oyunundan geçen sezonki Inter tadı aldım. Mourinho Barcelona'yı bütün maçı kendi sahasında oynayıp da 3 gol atarak yenen Inter'in kalıbını yavaş yavaş Madrid'e de oturtmuş gibi göründü bana. Barca'ya 5 yedikleri ilk maçın aksine, "Tamam top senindir, istediğin kadar oynayabilirsin" dercesine bir kadro ve şablonla oynadı, haddini bildi, Di Maria ve Ronaldo'yla da rakibini yılan gibi soktu. Mourinho İspanya'da da rüştünü kanıtladı, bir de Şampiyonlar Ligi'nde rakibini safdışı bırakırsa lig bitene kadar konuşur. Ki konuşsun zaten, hakkıdır.

18 Nisan 2011 Pazartesi

102 dakika!!


Şampiyonluk yarışında kalabilmek için son şanslarını kullanan Arsenal Liverpool'u konuk etti bu hafta. Genelde uyutan mücadelenin en heyecan verici dakikaları 12 dakikalık uzatma dakikalarıydı. 90+7. dakikada Fabregas'ın düşürülmesiyle kazanılan penaltıyı Van Persie gole çevirince son dakikaları ölüm sessizliğinde seyreden Arsenal taraftarı sevinçten adeta çıldırdı. Ama maç bitmeden sevinmemek en iyisi şüphesiz. 8 dakikalık uzatma bölümünün son saniyelerinde Arsenal ceza sahası önünde yaşanan karambolde Suarez'e yapılan faul çok kritik bir noktadan kazanılan altın bir şans oldu Liverpool için. Suarez kullandı, top savunmadan dönüp sola açıldı, işte bu anda Eboue çok gereksiz bir şekilde Lucas'a arkadan ama, bence oyun sınırları içinde bir şarjda bulundu, fırsatı bulan Lucas yere atladı, hakem de penaltıyı çaldı. Kuyt'un penaltıyı gole çevirmesiyle hakem düdüğünü çaldı, saha karıştı, hatta Wenger ile Dalglish arasında sözlü bir tartışma da yaşandı. Ve Arsenal artık maç eksiksiz olarak Manchester'dan 6 puan geride. Liverpool bu çok konuşulacak maç sonunda ezeli düşmanı Manchester United'a 19. şampiyonluğunu hediye etti diyebiliriz.

Zavallı!!!


Lugano:
"Kuralları ben mi yanlış biliyorum? yoksa Federasyon’un bana karşı ayrı bir kuralı mı var?. Her maçta üzerimde çok fazla bir baskı oluyor. "

Lugano'nun dirseğine kafa atan Olcan ve ayağının tabanına bileğiyle insanlık dışı bir müdahalede bulunan Wagner'in cezalandırılmaması Fenerbahçe'nin şampiyonluğuna taş koymaya çalışanların oynadığı oyunların en büyük kanıtı.


15 Nisan 2011 Cuma

Schalke ve Galatasaray


Alman Ligi'nde 10. hafta oynandığında Felix Magath yönetimindeki Schalke topladığı 6 puanla ligin dibinde kalınca herkesin aklına bir sezon önceki Hertha Berlin örneği geldi. Öyle ya, "düşmez, toparlanır, içerideki maçlarını kazanıp ligde kalır" denen başkent ekibi sezon sonunda ikinci ligi boylamıştı. Magath'ın sezon başından beri yönetimle sürekli ters düştüğü konuşuldu. Schalke taraftarı da tehlike sinyallerinin farkına erkenden vardı, ve neredeyse her iç saha maçında futbolculara gerek pankartlar, gerekse tezahüratlarla kötü bir sürpriz istemediklerini açıkça anlattılar. Magath sürekli "toparlanacağız, daha iyi olacağız" derken kendi inanıyor muydu bilinmez ama, Schalke'li futbolcuların 11. hafta oynanan St Pauli maçından önce takımı içinde bulunduğu durumdan çıkarmak için kendilerince çözüm aramak için yaptıkları toplantı mavi-beyazlıların dönüm noktası oldu. Takım ayağa kalktı, ligde alınan üstüste galibiyetlerle orta sıralara tırmandı. Kupada ve Avrupa'da yola devam edildi. Fakat Magath gidiciydi. Yönetimle arasında ligdeki kötü sonuçlardan daha ciddi problemler vardı hocanın. Lig sonu görevden ayrılması kesinleşmişti ki, yönetim ani bir kararla ayrılık tarihini Valencia ile oynanan ikinci maçın hemen sonrasına çekti. Bu önemli gelişmeler yaşanırken takım ise ligde idare etmiş, kupada Bayern Münih'i yenip finale çıkmıştı. Göreve getirilen yeni isim ise 2004-2005 yılında Schalke'yi çalıştıran Ralph Ragnick oldu. Ragnick'li Schalke geçen sezonun şampiyonu İnter'i iki maçta da mağlup ederek yarı finale çıktı, kupada ise Duisburg ile oynayacakları finali beklemeye başladı. bundan 4 ay önce küme düşme korkusuyla yüzleşen Schalke taraftarı şimdi "acaba Şampiyonlar Ligi finali oynayabilir miyim" diye düşünüyor. Şu an gelinen noktada futbolcuların bunca iç karışıklığa rağmen gösterdikleri karakterin büyük payı olduğu gerçek. Yaşanılan kaosa hiç takılmadan takımı içine soktukları durumdan kurtarıp 2 kupa kazanabilecek (Manu ve Barcelona'yı yenip!!!!)  konuma getiren bu adamlar bence övgüyü hakediyor.


Bir de bu yukarıda incelediğimiz örneğin Türkiye'deki benzerine bakalım. Ülkemizin tek Avrupa Kupası kazanmış takımı Galatasaray da çok çalkantılı bir sezonu geride bırakacak. İşler her anlamda çok kötü giderken, futbol takımı da gidişata Schalke'liler gibi başkaldırmak yerine uymayı tercih etti. Galatasaray'lı futbolcular bir türlü forma inancı taşıdıklarını kanıtlayacak o kıvılcımın fitilini ateşleyemediler. Yönetim, teknik heyet her gün tartışmaların odak noktasındayken takım kafasını divan kuruluna değil, sahaya çevirmeyi beceremedi. Kimse elini taşın altına sokmadı, sokamadı. Fenerbahçe'ye gitmesin diye kaptanlık verilen 87 doğumlu Arda gayet doğaldır ki, bir kaptanın yapması gerekenleri yapamadı, gereken ağırlığı ne Sami Yen'e, ne Aslantepe'ye, ne idman sahasına, ne de tribüne yansıtamadı. Maç esnasında saha içinde kavgalar yaşandı, çoğu futbolcunun aylardır birbirleriyle konuşmadıkları, hatta selamlaşmadıkları söylentileri ayyuka çıktı, hatta birbirlerine bilerek pas vermeyen oyuncuların olduğu iddia edildi!!!  Galatasaray'da yaşandı bunlar, düşünebiliyor musunuz? Futbolcular en fazla kenetlenmeleri gereken anlarda sorumluluk almak yerine, kendi egolarının, kendi hırslarının kurbanı oldular. Takım kaybettikçe bozuldu, bozuldukça kaybetti. Kadrosu Fenerbahçe ve Beşiktaş'a daha aşağı seviyede denilebilecek Galatasaray takımının bu rakiplerin gerisinde kalması kabul edilebilirdi belki, ama son 6 haftada alınan 1 puanla ligin dibine yağına taş bağlanmış misali çökmesi, bunu yaparken de çoğu zaman, takım halinde veya bireysel, hiç mücadele vermeyip çırpınmaması işin acı yanı. Üzerlerine giydikleri 100 küsür yıllık tarihi olan o kutsal formanın hakkını vermeye çalışmamaları başka, çalışıp da verememeleri ise bambaşka bir durum.  Beşiktaş ve Fenerbahçe taraftarının genelinin aksine ben Galatasaray'ın içinde bulunduğu bunalımdan çıkmasını istiyorum. Galatasaray maçlarını izlerken şahit olduğum sahadaki vurdumduymazlık beni rahatsız ediyor. 4 yıllık lise hayatım boyunca her sezon şampiyon olarak pazartesi günlerini bana zehir etmiştir belki bu takım, Fener'i rahatlıkla yendiğimiz dönemlerde bile sürekli çelme takmış, tadımı kaçırmıştır, ama ezeli rakiptir işte.. Benim için her Galatasaray maçı kıymetlidir, heyecan sebebidir. Ama sanıyorum ki, benim duyduğum heyecanın, hırsın yarısını o formayı taşıyanlar duymuyor. Duymuyor ki, Galatasaray armasını ligin dibinden çıkaracak kararlılığı gösteremiyorlar. Kimse hoca, yönetim, kadro kalitesi cart curt demesin. Futbolcular biraz inansa, Galatasaray bu sezonki 15 mağlubiyetin en az 5 tanesini almazdı.

11 Nisan 2011 Pazartesi

Rahatsız


Bari maçında yaptığı gereksiz hareketle kırmızı kart görerek takımını 2 maç yalnız bırakan İbrahimoviç'e geçen hafta oynanan Milano derbisini kaçırmak bile ders olmamış belli ki. Öyle ki cezasını tamamlayıp sahalara döndüğü Fiorentina maçında İbrahimoviç, yan hakemle girdiği küfürlü diyalogtan sonra bir kez daha oyundan atıldı. Fakat bu sefer sahalara dönmesi bir öncekinden daha uzun zaman alacak. 77. dakikada bu sezonki 8. sarı kartını gören İbrahimoviç, hem bu kart, hem de iki maç üst üste kırmızı kart görmesi sebebiyle ekstra cezalara çarptırılacak. Napoli bu kadar formda ve yakınken, İnter halen takipteyken kendine hakim olmalıydı. Ama adam rahatsız işte. "İnter'i yendiler nasıl olsa, diğerlerini de bensiz süpürürler" diye mi düşünüyor acaba?

Boşta!!!

Bayern Münih'in Nürnberg deplasmanından 2 puan kaybıyla çıkıp Hannover'e geçilmesi ve 4. sıraya inmesinden sonra sezon sonu yapılması kararlaştırılmış müdahale 5 hafta öne alındı. Geçen sezonun çifte kupalı şampiyonu ve Şampiyonlar Ligi finalisti Van Gaal'in görevine son verildi. Ligde lider Dortmund'un çok gerisinde kalmak Hollandalı'nın suyunu fokurdatmaya başlamıştı, kupa finalinde Schalke'ye yenilmek ve Şampiyonlar Ligi'nde İnter'e elenmek de işin tuzu biberi oldu. Alman basını Van Gaal'in bu sezonun bir başka mantarlayan ekibi Juventus'a gideceğini yazmış. Valla gidecekse hemen gitsin, çünkü Türk basını kendisini Beşiktaş veya Galatasaray'ın başına getirmek için pusuda bekliyor.

8 Nisan 2011 Cuma

Avrupa Ligi Çeyrek Final İlk Maçları...


Avrupa Ligi'nde çeyrek final ilk maçları beklenenden gollü ve ev sahibi takımlar açısından rahat geçti, Ukrayna ekibi Dinamo Kiev'i bundan hariç tutuyorum tabi ki. Gruplardan rahat çıkıp Beşiktaş'ı rahat eleyen, City'i de kendi evinde aldığı 2 farklı galibiyetle kupa dışına iten Dinamo Kiev tur için benim favorimdi. Ama bir önceki turda Liverpool'u eleyerek Kiev'in karşısına dikilen Braga Gusev'in kendi kalesine attığı golle beraberliği kurtarınca tur için avantaj yakalayarak evine döndü. Evinde bambaşka oynayan Braga karşısında dün akşam kırmızı kart gören Shevcenko'suz sahaya çıkacak Kiev'in işi zor olacak.


Avrupa Ligi için favorim sezon başından beri Porto. Tahmin edildiği gibi Porto, grubu süpürdü, Sevilla'yı deplasman golü kuralıyla geçti, CSKA Moskova'ya iç-dış çekti, Şampiyon Ligi'nde grupta 9 gibi yüksek bir puanla 3. olan ve bir önceki turda Ajax'ı 2 galibiyetle eleyen Spartak Moskova'yla eşleşti. Eşleşmenin tartışmasız favorisi Portekizlilerdi ama ilk maçın bu kadar kolay olacağı kimsenin aklına gelmemişti büyük ihtimalle. Falcao'nun hat-trick'iyle 5-1 kazanan Porto artık yarı finalde diyebiliriz.


Portekiz'in kupadaki bir diğer neferi Benfica, geçtiğimiz haftasonu Porto'ya evinde kaybederek rakibinin Estadio Da Luz'daki şampiyonluk turuna şahit olmuştu. Bundan sonra Benfica'nın acısını ancak Porto'nun da yer aldığı Avrupa Ligi'ni kazanmak dindirebilirdi. Şampiyonlar Ligi'nden elenip kaldıkları Avrupa Ligi'nde Stuttgart ve PSG'yi eleyerek çeyrek finalist olan Benfica'nın rakibi PSV oldu. Hollanda ekibi gruplardan sonra Lille'i elemiş ve zorlu Rangers eşleşmesinden elde ettiği deplasman galibiyeti ile sıyrılmıştı, gecenin en zor maçı olabileceği şeklinde değerlendirilen karşılaşmada yıldızlaşan Saviola ve Salvio Benfica'ya 4-1'lik galibiyeti getirdiler. Kendi liginde Twente'yle müthiş bir şampiyonluk yarışına giren PSV'nin bu skordan sonra ikinci maça çok da konsantre olabileceğini sanmıyorum. Yarı finalde 2 Portekizli'nin yeri (Porto, Benfica) garanti bana göre.


Avrupa Ligi'ndeki tek İspanyol temsilci Villarreal de işi ilk maçtan bitirenlerden oldu. Buraya gelene kadar Napoli ve Leverkusen gibi gayet güçlü takımları eleyen Villareal Twente'ye tabiri caizse hiç acımadı. Önce Rubin Kazan sonra Zenit'i kupa dışında bırakarak Rus'ların kabusu olan Twente ligde PSV'yi yenerek liderliğe oturmanın havasını İspanya'ya taşıyamadı ve 5-1'lik ağır bir mağlubiyetle evine döndü. Nilmar'ın ikinci ve Rossi'nin tek golü bu maç adına kesinlikle izlenmesi gerekenler. Bu sonuçla yarı finali garantileyen Villarreal kupadaki Portekiz egemenliğine karşı İspanya adına tek başına savaşacak.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Palermo'ya akıl fikir....

 Maurizio Zamparini

Palermo evinde aldığı 7-0'lık Udinese mağlubiyetinden sonra hiç bekletmeden hocası Delio Rossi'ye yol verdi. Kovduğu hocasının yerine Serse Cosmi ile anlaşan Palermo, yeni hocasına ancak 4 maç dayanabildi. 1 hafta önce Milan'ı ağırlayıp 1-0 mağlup eden Cosmi yönetimindeki takım, geçtiğimiz hafta Sicilya derbisinde Catania'ya 4-0 kaybedince dengesiz başkan Maurizio Zamparini, Udinese maçından sonra tekme tokat kovduğu Delio Rossi'yi tekrar teknik direktörlüğe getirdi. Hikmetinden sual olunmayan yüce Rabbim Yıldırım Demirören ve Adnan Polat gibi yöneticilere şükredip beterin beteri olduğunu görebilmemiz için bize ufak ufak ipuçları veriyor heralde.

5 Nisan 2011 Salı

Schalke 05!!!



Inter 2 - 5 Schalke !!!!
 
Goller: Stankoviç (Dk. 1), Matip (Dk. 17), Milito (Dk 34),  Edu (Dk 40), Raul (Dk 53), Ranocchia kk. (Dk 57), Edu (Dk 75)

Bayrn Münih'in intikamını başka bir Alman takımı alacak gibi. Guiseppe Meazza'yı Inter'e mezar eden Schalke, Almanya'da büyük bir sürpriz olmazsa son şampiyonu eleyip yarı finale çıkacak. Magath'ın Şampiyonlar Ligi'nde bu tura kadar dalgalandırdığı bayrağı yeni teknik direktör Ralph Ragnick de aynı başarıyla taşıyor. Schalke'nin geçmek için büyük avantaj sağladığı bu turun bir başka anlamı ise Almanların Şampiyon Ligi'ne 4 takımla katılma hakkını İtalyanların elinden alması. Evet, hali hazırda İtalyanların Avrupa Kupaları'ndaki tek temsilcisi olan İnter, eğer elenirse geçen sezon kazandıkları kupa bile İtalya'nın bir basamak aşağı inmesine engel olamayacak. Yıllardır Avrupa Kupaları'nda yata yata göt büyüten Juventus, Milan, Fiorentina, Palermo vs vs artık kıçlarına kına yakabilirler.

4 Nisan 2011 Pazartesi

Şampiyon....


Portekiz'de şampiyon belli oldu. Toplamda 25, son 10 yıldaki ise 7. şampiyonluğunu, Porto, bu sezon önüne kim geldiyse süpürerek ligin bitimine 5 hafta kala ilan etti, hem de ezeli rakibi Benfica'nın sahasında 2-1 kazanarak. Ligin ilk yarısında da Benfica'yı 5-0'la geçen Porto'nun kazandığı bu şampiyonluğun anlamı her açıdan yerinde. 25 maçta toplanan 71 puan. Böyle giderse rekor bir puanla ligi bitirecekler.

Not: Biz bu takımı evinde neredeyse yeniyorduk, hatırlatayım.haha.

2 Nisan 2011 Cumartesi

Rekor Gider....


Tarih: 2 Nisan 2011
Yer: Santiago Barnabeu
Rakip: Sporting Gijon
Skor: Real Madrid 0 - 1 Sporting Gijon
Gol: Miguel De Las Cuevas, dk. 79
Mourinho'nun lig maçlarında kendi sahasında yenilmezliği 9 yıl sonra Sporting Gijon tarafından sona erdirildi. Herkes kilidi kıranın Barcelona olacağını düşünürken Sporting kendi açısından altın değerinde bir 3 puan kazanarak dev rakibini kelimenin tam anlamıyla şoka soktu ve maç fazlasıyla 11.liğe kadar tırmandı. La Liga'da günün sonra maçında Barcelona deplasmanda Villareal'i devirirse lig şampiyonluğunu koltuğunun altına sıkıştırır.