Arabanın Torpidosuna Sokarım!!!!!

Arabanın Torpidosuna Sokarım!!!!!
Murat Özarı: - Eğer var ya bak sana Fikret Engin sana bişey söyliyim, bak bi dakka ya, bi dakka sana bişey söyliyim, o Teoman, sen şimdi burdasın ya, sen benim arkadaşımsın, Fikret Engin, ben senin için ölüme giderim. Fikret Engin: - Eyvallah, ben de giderim abi, tamam. Murat Özarı: - Sen benim kader arkadaşımsın. Teoman Bey, sana benim yanımda öyle vuracak var ya, O Teoman'ı var ya, arabanın torpidosuna sokarım!!!

31 Ocak 2011 Pazartesi

Tüm yollar Katalunya'dan geçiyor...


Sezon başında şampiyonluk yarışında Mourinho faktörüyle birlikte geçen sezonkinden daha iddialı bir konuma gelen Real Madrid, dün Osasuna deplasmanında aldığı mağlubiyetle birlikte sezonu kapattı. Barcelona'nın 7 puan gerisine düşen mor-beyazlılar, geride daha koskoca 17 hafta olmasına rağmen Barcelona gibi bir takımı geride bırakabileceklerine inanmıyor artık. İç sahada gerek taraftar baskısıyla, gerek hakem ittirmesiyle sıkıntılı da olsa sonuca giden ve hiç puan kaybetmeyen Real Madrid, dış sahada aynı başarıyı gösteremedi ve 12 puan kaybederek adeta kendi sonunu hazırladı. Bu sezonun kayıp ilan edilmemesi için Mourinho'nun önünde 3 ayrı çare var, fakat hepsinin rotası da Katalunya üzerinden geçiyor;

1- 5-0'ın rövanşında Barnebau'da Barcelona'ya ne pahasına olursa olsun yenilgi tattırılır ve Burger King reklamında Real'le makara yapan ve bu sayede maçı tribünden izleyecek olan Barcelona aşığı Rıdvan Dilmen'in dünyası başına yıkılır.
2- Real Sahasında Sevilla'ya yenilmezse, Kral Kupası finalinde rakibi Almeria'dan 6 fark yemediği takdirde Barcelona olacak. Ligi kaybetmenin rövanşı kupa finalinde alınır ve bir nebze huzura erilir.
3- Şampiyonlar Ligi'nde meydana gelebilecek muhtemel bir eşleşmede Barcelona safdışı edilir ve Şampiyonlar Ligi kupası kaldırılır, Barcelona'nın La Liga şampiyonluğu gölgede bırakılır. 

Göründüğü gibi, özellikle şu anki form durumu ve moral motivasyonu da göz önünde bulundurduğumuzda Real Madrid'in ne kadar çaresiz ve umutsuz bir durumda Barcelona'nın hegamonyasını kırmaya çalışacağını görüyoruz. Kendi deyimiyle "the special one" çalıştırdığı ilk takımlardan olan U. Leiria'nın başında geçirdiği zamanlar da dahil olmak üzere ilk bu kadar çaresiz ve iddiasız günler geçiriyor. Osasuna maçında golü yer yemez 3 oyuncu değişikliğine birden gitmesi de aslında yaşadığı panik ve korkunun bir göstergesi. Çoğu maçta takımı sırtında taşıyan Ronaldo'nun da 2 maçtır skora bireysel olarak çare üretememesi belki Mourinho'yu taktiksel bir çare üretmeye zorlar artık.

30 Ocak 2011 Pazar

Beşiktaş seninle donmaya geldiiik, Beşiktaş!!!!

Olmadı... Beşiktaş'ın peşinden -25 dereceye bile koşturduk ama galibiyet göremedik. Ağzımız yüzümüz dondu, sesimiz kısıldı, bir de üstüne puansız döndük evlere. 17'de 17 bir ütopyaydı zaten, erken erken boyumuzun ölçüsünü almamız bir bakıma isabet oldu. Daha gerçekçi hedefler peşinde koşturabiliriz rahat rahat. Bana öyle geliyor ki, Beşiktaş diğer Süper Lig takımlarıyla oynayacağı tüm karşılaşmalarda sahanın favorisi olur, galibiyetler elde eder, ama isterse son hafta şampiyonluk Belediye maçından gelecek 3 puana kalsın, havasını alır. Ben bugün Olimpiyat Stadı'na giderken bırak galibiyeti, puandan bile emin değildim, korktuğum da başıma geldi zaten. Beşiktaş maçlarında izlediğim Belediye takımı öyle bir oyun oynuyor ki, Nou Camp'da Barcelona'yı bile uyutup İskender ve İbrahim Akın'ın kontradan bulduğu bir golle 1-0 kazanırlar, son dakikalarda da farkı kaçırırlar havası veriyorlar bana.
Oyunun büyük bir bölümünde hiç ortada yoklardı, Beşiktaş ise baskılı ve pozisyon bulan taraftı. Rakip sahaya yerleşti, sağlı sollu bindirmeler sonucunda toplamda 12 korner kazandı, hiç sonuç alamadı. Belediye kullandığı tek kornerde ligin en güven veren kalecilerinden Cenk'in topu elinden kaçırmasıyla öne geçti. Devre bitene kadar toparlanıp beraberliği bulsak bari diye düşünürken bir de üstüne Aurelio oyundan atıldı ve maç orada bitti Beşiktaş için. Takımın ikinci yarı yaptığı tempo ve kendinden bir kişi fazla olan rakibe yaptığı anormal baskı ile yakaladığı pozisyonlardan sonra Simao'nun mükemmel golüyle beraberliği bulması umut aşıladı aslında ama bir gözümüz Belediye topu kapar kapmaz Beşiktaş kalesine doğru dikine koşular yapan rakip uç elemanlarındaydı hep. Cenk bir çıkardı, iki çıkardı, üç çıkardı, hatta dört çıkardı ama İskender'in şutunda çaresiz kalınca yine hüsranla döndük İkitelli'den. Almeida'nın sürekli savunma çizgisinin önünde kalarak ofsaytta pas beklemesi ve fiziğine göre dayanıksız görüntüsü, sahadaki yabancı hakkımızı doldurmadığımız halde takımı 2 sezondur sırtında taşıyan Ernst veya top tekniği ve mücadelesiyle en az onun kadar yararlı olabilecek Fernandes yerine stoperlerin arasına yuva yapan Aurelio'nun tercih edilmesi bana göre maçın en büyük 2 hayal kırıklığıydı. Ekrem'in maç eksiği olduğu da açıkça ortada, şu an için sakat veya cezalı olmadıkça sağ tarafın Hilbert'e emanet edilmesi kaçınılmaz görünüyor. Quaresma'ya fazladan bir top verilmesi lazım. Gününde oldu mu mest ediyor, ama değilse de egoistliğini izlemek tam bir eziyet. Guti ve Simao'dan Allah razı olsun, yorulana kadar gayet gayretliydiler. (Simao'nun 2 maçtır İspanya ve Portekiz'deki performanslarına göre verdiği çalışkan görüntü beni hafiften döt ediyor gibi. Almeida ise beni doğruladı, özellikle bugün)
Beşiktaş'a kurduğu istatistiksel ve psikolojik üstünlüğün farkında olan Abdullah Avcı'nın, 5 maçtır kaybeden takımının çıkış maçı olarak kendi sahasındaki Beşiktaş maçını seçmesi gayet mantıklı. Ve bugüne kadar bu takım ile oynanan 9 maçı da izlediğim için rahatlıkla iddia edebilirim ki, kazandığımız 2 maç hariç, beraberlik ve mağlubiyetle biten 7 maçta da Abdullah Avcı'nin takımı aynı oyun sistemi ve taktiğiyle Beşiktaş'ı düğüm ederek tarihi farkları kaçırdı. Belediye sürekli oyunu kendi sahasında kabulleniyor, topla oynama istatistikleri hep Beşiktaş'tan yana ama tabelada yazan goller her daim Belediye'nin. Beşiktaş bu takımı çözdüğü gün, Avrupa şampiyonluğuna bir adım yaklaşacak, eminim.

28 Ocak 2011 Cuma

Türkiye Kupası Çeyrek Final Eşleşmeleri


Türkiye Kupası'nda çeyrek final kuralarının sonucu hayli ilginç oldu. Gruplardan birlikte çıkan takımların eşleştiği kurada Beşiktaş ile Galatasaray'ın yarı finalde eşleşme ihtimali bulunuyor.  

Beşiktaş - Gaziantep Büyükşehir Belediyespor
Gaziantepspor - Galatasaray
 İstanbul
Büyükşehir Belediyespor - Kasımpaşa
Gençlerbirliği - Bucaspor


Grup maçında kör topal 10 eksikle gittiği Gaziantep Belediye deplasmanında yenilerek eleştirilerin odağına oturan Beşiktaş için de rövanş fırsatı doğdu böylece. Benim yarı final favorilerim, Beşiktaş, Galatasaray, Kasımpaşa, Bucaspor.

27 Ocak 2011 Perşembe

Şampioviç...


İsveçli gol makinası şampiyonluk kupalarına çok aşina. Bu zamana kadar altyapısından yetiştiği 1999-2001 yılları arasında profesyonel olarak sahaya çıktığı Malmö ile  şampiyonluk yaşayamayan ve daha sonra gittiği bütün takımlarda şampiyonluk yaşayan İbrakadabra, bu sene formasını giydiği Milan ile üstüste 6. şampiyonluğa koşuyor. Yıldız golcü bu istatistikler ile, oynadığı takımların gücüne ne kadar güç kattığını gözler önüne seriyor.  Samuel Eto'o + 40 milyon euro karşılığında İnter'den Barcelona'ya geçen İbra, 42 maçta 22 gol kaydetmesine rağmen eleştirilerden sıyrılamadı. Bunun sebebi, Barcelona'nın oyun sistemine ayak uyduramayışıydı. Çünkü Barcelona bambaşka bir oyun oynuyor. İbrahimoviç İtalya futboluna çok yakışıyor. Sırtı dönük top alacak, omuzunu koyacak, ikili mücadeleye girecek, uzun bacağının avantajını kullanacak(Barcelona'da uzun bacağını sadece arka direğe düşen topları boş kaleye tamamlamak için kullandı). İbra, Milan forması ile hemen hemen her hafta goller atıyor. Bu formu ile Milan'ın son senelerdeki şampiyonluğa olan hasretini dindirerek, kendisinin de üstüste 6. şampiyonluğu yakalayacağını düşünüyorum.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Bizler inandıııık, siz de inanııın, bizim için bu maçı alıııın (!)


Trabzonspor ligin ilk devresini en yakın rakibinden 5 puan önde bitirdikten sonra şampiyonluğun bu sezon da İstanbul dışına çıkacağını, ahı gitmiş vahı kalmış 3 büyüklerin Karadeniz ekibine yetişemeyeceğini, Bursaspor ve Kayserispor'un da yarışı ligin son haftasına kadar sürdürecek gücü olmadığını düşünmeye başlamıştım. Fakat puan olarak diğerlerinden çok önde olan takımların sezonun geri kalan kısmında en büyük rakibinin yine kendisi olduğu gerçeği de su götürmez. Hele hele 2003-2004 sezonundaki Beşiktaş takımı incelenince bu önermenin ne kadar güçlü olduğu açıkça görülüyor. En yakın takipçisi Bursaspor'a 5 puan fark atan Trabzonspor'un sahada oynadığı oyun, yakaladığı kadro istikrarı ve oturttuğu şablon göz önüne alındığında da aynı tehlikenin Trabzonspor için de var olduğunu söyleyebiliriz.
Trabzonspor'un 3 büyüklere attığı farkın kapanıp kapanmayacağı en çok konuşulan şeydi devre arasında. Takımın şampiyonluk baskısını kaldırıp kaldıramayacağı, haftalar ilerledikçe camianın üzerindeki stresi kontrol edip edemeyeceği gibi sorular, ligin bu sezonki düğümünü çözecek cevaplar saklıyordu. Gerek Sadri Şener, gerekse Şenol Güneş 95-96'da yaşanan facianın tekrarlanmaması adına tansiyonu düşürücü açıklamalar yapıyor, pembe tabloyu bozmuyor, taraftara ve futbolculara güven aşılıyorlardı. Öyle ki, devre arası kampına mazeretsiz geç katılan Colman, Jaja ve Alanzinho üçlüsüne önce para cezası sonra kadro dışı kalma cezası vereceğine emin olduğumuz Şenol Güneş, bu futbolcuları sadece uyarıp para cezası verdirerek krizi geçiştirdi. İkinci yarının ilk maçı olan Ankaragücü maçı belki de kalan maçlar içerisindeki en ciddi sınavlardan biriydi Trabzonspor için. Takımın ve taraftarın devreyi hangi ruh halinde geçirdiği Avni Aker'de gözlemlenecekti. 1-0'dan sonra futbolcuların oyuna "biz nasıl olsa gol yemeyiz, ikinciyi de atmaya gerek yok o yüzden" tarzı bakışı endişe vericiydi (Umut Bulut'un kaçırdıkları ise artık anlatmaya ve üzerinde konuşmaya değer bir konu değil zaten). İkinci 45 dakikada da bu mantaliteyle sahaya çıkan takım golü yedikten hemen sonra daha maçın bitimine yarım saat varken " bizler inandıııııık, siz de inanıııııın, bizim için bu maçı alııııııın" tezahüratına başlanması Trabzonspor taraftarının ikinci oynanacak tüm maçları yüreği ağzında izleyeceğinin işareti oldu. Normalde İstanbul tribünlerinde 80. dakikada takım mağlupken gaza getirme amaçlı söylenen bu tezahürat Trabzonspor evinde 60. dakikada oyunu berabere sürdürürken söylenmeye başlandı. Trabzonspor taraftarı o kadar diken üstünde ki, yenen tek bir gol bile onları 15 sene öncesine götürebiliyor. Bu sezon takımın en golcü ismi olan ama Ankaragücü karşısında pek varlık gösteremeyen Burak'ın oyundan çıkarken yuhalanması da heralde sadece Avni Aker tribünlerinde görebileceğimiz türden bir tepkiydi. Yattara ve Colman'ın oyundan çıkarken verdikleri tepkiler de taraftarın densizliğini aratmayacak cinsten olunca gece hiçbir açıdan güzel bitmedi bordo-mavililier için.
Sonuç olarak Trabzonspor mutlak 3 puan parolasıyla çıktığı mücadelede 2 puan bırakarak rakiplerini hem matematiksel,  hem de mental olarak yarışa ortak etti. 7 puan gerideki Fenerbahçe, hatta 12 puan gerideki Beşiktaş bile Ankaragücü karşılaşmasındaki havayı kokladıktan sonra "yarışta ben de varım" demeye başladı. Şenol Güneş'in İstanbul deplasmanına kadar takımını toparlaması lazım, tutunacak tek dalı kalmış Fenerbahçe puan farkını 4'e indirdikten sonra çok daha tehlikeli olabilir.

Süper Toto Süper Lig'te 18. Haftaya Genel Bakış...

















Süper Toto Süper Lig, bir ayı aşkın sürenin sonunda perdeyi açtı. Şampiyonluk yarışındaki dört takımdan(Trabzonspor, Bursaspor, Fenerbahçe, Beşiktaş) ikisi tatilin rehavetinden çıkamayarak ikinci yarının ilk maçında puan kaybettiler.
Trabzonspor, iyi başladığı karşılaşmada ilk yarıda golü bulmasına karşın, oyunu istediği gibi yönlerdiremeyip ikinci golü bulamayınca, geleneksel 61. dakika kutlamasını yapmaya hazırlanan Karadenizli taraftarlar, yenen gol ile şoke oldular ve konfetiler ellerinde kaldı. Lider daha sonra oyun da kuramayınca altın değerindeki 2 puanın kaybı kaçınılmaz oldu. Burada dikkatimi çeken başka bir konu var. En yakın rakibinin 5 puan önünde bulunan Trabzonspor, kendi sahasındaki maçlarda seyirci baskısından dolayı zorlanıyor bence! Skor 1-1'e geldikten sonra o kadar sinirlendi ki Trabzonlular, kendi futbolcusunu yuhalayacak kadar seviyeyi düşürdüler ve puan kaybına katkıda bulundular. 1996 yılından beri Trabzonspor şampiyonluğa oynayamıyor. Hatırlarsanız o yılda da içeride oynanan son iki maçı kaybederek şampiyonluğu bırakmıştı Trabzonspor (Vanspor ve Fenerbahçe). Artık son 16 haftaya girildi. Her puan altın değerinde. Trabzonspor seyircisi 90 dakika takıma sahip çıkarak, destekleyerek yanında olduğunu göstermelidir.
Liderin 5 puan gerisindeki Bursaspor, Konyaspor deplasmanında golsüz berabere kalarak puan farkını 3'e indiremedi. Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk deneyiminden hüsran ile ayrılan Bursaspor bir türlü kendini toparlayamayarak, geçen seneden uzak bir görüntü çiziyor. Bu gidişat doğrultusunda Bursaspor'un ilk 4 dışında kalacağını düşünüyorum.
Fenerbahçe, Trazonspor'un puan kaybettiğini soyunma odasında öğrendi. Bu haber ile biz Fenerbahçe'liler sahaya bambaşka, hırslı bir takımın çıkacağını düşündük. Biz düşüneduralım bir de baktık ki değişen hiçbir şey yok. Futbolcular sahada birbirlerine çok uzak kalıyorlar. Dolayısıyla yardımlaşma zaafı çıkıyor ortaya. Yardımlaşma, taktik, varyasyon gibi futbolun doğal hareketleri Fenerbahçe'ye çok uzak kelimeler. Bunlar olmayınca kendi işlerini zorlaştırıyorlar ve taraftarlarını da sıkıntıya sokuyorlar. Fenerbahçe, Trabzonspor'un puan kaybetmesini pek umursamış gibi gözükmedi Antalya'da. Oysa ki Kadıköy'de liderden alınacak 3 puan ile Süper Lig'in dengesi tamamen değişecek. Fenerbahçe'nin ayağına gelen bu fırsatı değerlendirmesi gerekmekte.
Beşiktaş yıldızlarıyla İnönü'de adeta gövde gösterisi yaptı. Taraftarıyla bütünleşerek üst sıradaki rakiplerine gözdağı verdi. Bu maçın Beşiktaş için ölçü olacağını düşünmüyorum ben. Ama benim görüşüm şu ki; Beşiktaş son haftaya kadar şampiyonluğu kovalayacaktır. Derbi maçlarının tamamını içerde oynamasını ben avantaj olarak görüyorum. Futbol kalitesinin çok düşük olduğu ülkemizde, heyecanın önümüzdeki haftalarda artacağını düşünüyorum...

21 Ocak 2011 Cuma

Haftasonu Futbol Maç Yayınları...



21 Ocak Cuma
20:00 Beşiktaş - Bucaspor / Lig Tv
21:30 Hamburg - E. Frankfurt / Trt 3
22 Ocak Cumartesi
14:45 Wolves - Liverpool / Spormax
16:00 Trabzonspor - Ankaragücü / Lig Tv
16:30 Dortmund - Stuttgart / Trt 3
17:00 Arsenal - Wigan / Spormax
17:00 Man.United - Birmingham / Pl Tv
17:00 Gençlerbirliği - Eskişehirspor / Digi
19:00 Sevilla - Levante / Ntv Spor
19:00 Antalyspor - Fenerbahçe / Lig Tv
19:30 Aston Villa - M.City / Spormax
19:30 Köln - Werder Bremen / Trt 3
21:00 Barcelona - R.Santander
21:45 Roma - Cagliari / Tv 8
23:00 Valencia - Malaga / Ntvspor
22 Ocak Pazar
13:30 Udinese - İnter / Tv 8
14:00 Kasımpaşa - Gaziantepspor / Digi
16:00 Sampdoria - Juventus / Tv 8
16:00 Konyaspor - Bursaspor / Lig Tv
16:30 M.Gladbach - Leverkusen / Trt 3
18:00 S.Gijon - A.Madrid / Ntvspor
18:00 Blackburn - West Brom / Spormax
20:00 Real Madrid - Mallorca / Ntvspor
21:45 Milan - Cesena / Tv 8
22:00 Villareal - R.Sociedad / Ntvspor
23 Ocak Pazartesi
20:00 Kayserispor - Büyükşehir Belediye / Lig Tv
22:00 Bolton - Chelsea / Spormax

19 Ocak 2011 Çarşamba

Güle Güle Koca Yusuf


Gün geçmiyor ki, Beşiktaş Yönetimi bir futbolcusuna daha kovar gibi muamele yapıp takımdan uzaklaştırmasın...2008-2009 sezonunun devre arasında takıma katılarak kupa ve lig şampiyonluklarının altına imza atan futbolculardan biri olan Yusuf Şimşek alacakları bonservisine sayılarak Kayseri Erciyesspor'a gönderildi. Sezon başından beri A2'lerde süründürülen, Guti'nin sakatlığında onun yerini tutabilecek tek futbolcu olmasına rağmen kadroya bile alınmayan Yusuf'un kuyruğuna teneke bağlayan yönetim "vefasızlık bizim işimiz" dedi. Yedek kalmasını anlarım, hatta 18'e girememesini de anlarım zaman zaman, ama Quaresma'nın yokluğunda hücümda etkili olup gol bulabilmek için Guti'nin kişisel becerisine muthaç olan bir takımda, Guti de sakatlanıp cezalı duruma düştüğünde yerini tutabilecek yetenekteki tek oyuncu olan Yusuf'tan hiç yararlanmamak ve onu hiçe saymak, çok değil daha 1buçuk sezon önce Beşiktaş'a şampiyonluğu getiren maçlar oynayan bu top cambazına yapılmış bir ayıp.
2008-2009 sezonuna Bursaspor'da başlayan Yusuf, devre arasında Mustafa Denizli'nin ısrarlarıyla Beşiktaş'a transfer oldu. Ben de dahil olmak üzere milyonlarca Beşiktaş'lının tepkisini çeken transfer konusunda Mustafa Denizli, "zamanı geldiğinde ona neden ihtiyaç duyduğumu anlayacaksınız" dedi. Yusuf oynadığı ilk 6-7 maçta resmen döküldü. Herkes Yusuf'a ve hocaya yüklenmeye hazırdı zaten, fırsat kaçırılmadı. Böylesine pili bitmiş ve ayakta duramayan bir futbolcuyu transfer etmek için Mustafa Denizli'nin komisyon aldığı bile söylendi. Ama İnönü'deki Gençlerbirliği maçı Yusuf için dönüm noktası oldu. Bir hafta önce sahada yarım saat kalmasına rağmen maçı zor bitiren ve ayakta duramayan o değilmiş gibi, deparlar, çalımlar attı, asistini yaptı ve galibiyette pay sahibi olarak bir anlamda tribünlerle barıştı. Ligin sonuna kadar performası bir daha hiç düşmedi. Yine İnönü'de Kayserispor'a karşı alınan galibiyette takımın tek golünü atan oydu. Hele hele Eskişehir deplasmanında orta çizgide aldığı topla Doğa'yı tam 3 kere çalımlayarak çizgiye inmesi ve Holosko'ya boş kaleye golü attırması unutulmazlar arasında yerini aldı. İzmir'deki kupa finalinde Fenerbahçe'ye attığı golle Türkiye Kupası'nın da kulbundan tuttu. Nihayet ligin sonunda şampiyonluğun hangi takıma gideceğini büyük ölçüde belirleyecek olan yine İnönü'deki Galatasaray maçında Mehmet Topal'ın kendi kendi kalesine attığı golde topu getiren isimdi, Kewell'ın ayağından yenen golden sonra sallanan ve paniğe sürüklenen takımı attığı golle ipten alarak hem derbiyi hem de şampiyonluğu Beşiktaş'a kazandırdı. O sezon taraflı tarafsız herkes tarafından yine onun gibi devre arasında takıma katılan Fabian Ernst ile birlikte takımın yakaladığı müthiş çıkışın 2 mimarından biri olarak gösterilen Yusuf, bugün resmen bezdirilerek kulüpten gönderildi. Ben Beşiktaşlılar adına özür diliyorum kendisinden. Yolun açık olsun, bundan sonraki futbol hayatında başarılar Koca Yusuf....

17 Ocak 2011 Pazartesi

Türk Telekom Arena Stadı...

Galatasaray Spor Kulübü, gecikmeli de olsa Aslantepe'sine kavuştu. Fakat geceye protesto damgasını vurdu. Son derece modern ve teknolojik açıdan üst düzey bir organizasyon ile açılışa damga vurmak isteyen Galatasaray'lı yetkililer, Başbakan'a yapılan protesto ile adeta şoke oldular. 
Galatasaray başkanı Adnan Polat basına, "bu protestoya dahil olan kişileri tespit ederek gerekli cezaları vereceğiz" gibi anlamsız ve çaresiz bir açıklama yaptı. Sana sorarlar Başkan; o stada gelen 40 bin kişi senin ve kurmaylarının dağıttığı davetiyeler ile gelmedi mi! Bilet satışı yapılmadı, seçkin insanlar geldi oraya. Politik konulara girmek istemiyorum ama Başbakan'a tepki göstermenin yeri yeni açılan bir futbol stadyumu olmamalıydı. Üstelik bu stad yapılarak, ezeli rakibin Fenerbahçe'ye karşı son yıllardaki eksikliğini kapatmak adına çok büyük bir adım atıldı. Bu projenin tamamlanmasında Başbakan'ın payı büyük. Bunu oraya gelen 40 bin kişinin bildiği gibi, tüm Türkiye'de biliyor. Buna "bindiğin dalı kesmek" denmez mi sizce? Sonuç olarak Galatasaray sıkıntılı bir sürece girdi. Ardarda gelen özürler ne kadar faydalı olacak, bunu önümüzdeki günlerde  göreceğiz. Başbakan'dan çok sert açıklamalar geldi, "imzalar henüz atılmadı" dedi. Galatasaray'ı başarı bazında uçurumun eşiğine getiren Adnan Polat ve yandaşlarının yerine Stadı yaptıran Başbakan'ı yuhalayan Galatasaray taraftarı trajikomik bir olaya imza atmıştır. Hemen hemen bütün kulüp taraftarlarının son yıllarda gözle görülür bir gelişim kaydetmesi, Galatasaray taraftarının ise yerinde sayması ve hatta geri gitmesinde bile Adnan Polat'ın payının büyük olduğunu düşünüyorum. Sonuç  olarak Türk Telekom Arena Stadının Galatasaray camiasına hayırlı olmasını diliyorum...  

Brezilya'dan gol haberi mi var? 2-2 mi?

Roberto Carlos ligin ilk maçında sol dışıyla kornerden yazdı, bunların devamını bekliyoruz.


Bunu izlemişken bunu izlememek olmaz. Roberto Carlos'un Madrid formasıyla Tenerife'ye attığı tarifi zor gol.


Not: Bu golde Roberto Carlos'u ilk kutlayanlardan biri de şu sıralar Beşiktaş forması giyen Guti Hernandez, ki kendisi Türkiye'ye gelmiş en düz oyunculardan biridir, Sergen Yalçın'a göre.

15 Ocak 2011 Cumartesi

4 Büyüklerde Transfer...


Spor Toto Süper Lig'de Trabzonspor'un rakiplerini silindir gibi ezip geçmesi ve devreyi lider kapatmasından sonra, transfer sezonu hareket kazanmaya başladı. İlk yarıdaki kadro zaafiyetinin kadronun geniş olmaması sonucu yaşandığını sanan Schuster, cani ve kana susamış kondisyonerimiz Cascallana'ya taaa Avrupa'lardan taze et getirdi. Adnan Polat ise ilk yarıda yaşanan rezilliği örtbas edebilmek adına ezeli rakipten sözleşmesi feshedilmiş tavernacı futbolcu transfer etmenin uygun kaçacağını düşündü. Gerek oyun, gerekse kadro olarak gayet iyi durumda olan Trabzonspor, Şenol Güneş bunu yeterli görmemiş olacak ki, önemli takviyeler yaptı. Devre arasının en akıllı uslu takımı, şaşılacak bir iştir ki, Fenerbahçe oldu. Tabi bu suskunlukta Aykut'un "takıma takviye yaptırıp da Trabzonspor'a yaklaşamazsam Aziz Yıldırım tüm aileme domuz bağıyla işkence yapar" korkusunun da payı vardı. İsterseniz 4 büyük takım açısından transfer sezonunu biraz daha ayrıntılı mıncıklayalım:

Türkiye'de transferde en büyük sükseyi Beşiktaş yaptı. 3 Portekiz'li milliyi gözünü kırpmadan takıma katan ve yabancı sayısını 14'e çıkaran Beşiktaş, Avrupa'da futbolcusuna kulüp bulamayan menajer ve kuluplerin umut ışığı oldu. Atletico Madrid'in yıldızlarından Simao'yu 900bin euroya Türkiye'ye getiren Beşiktaş, Werder Bremen'den Almedia için ise yurtdışından bir fon ile anlaşarak bonservisi bedavaya getirdi. Valencia'dan Manuel Fernandes de kiralık olarak yarım sezonluğuna siyah-beyazlı formayı giyecek. Bu transferlere kontenjan açabilmek için tonla para ödeyerek aldığı eski yabancılarını gazete promosyonu dijital sözlük misali kupon karşılığı dağıtan, bu adamları elden çıkarırken kasaya 5 kuruş koyamayan Beşiktaş'ın getirdiği yeni yıldızlara ne kadar az para harcadığı konuşuldu ve övüldü de, mesela 4.5 milyon euroluk Zapo'nun bedavaya yurt çapında şenlikler düzenleyerek yollanmasına hiiiiç yer verilmedi basınımızda. Ben, zamanında Fatih Sonkaya'yı 500bin euro'ya, Youla'yı 1.6 milyon euro'ya satarak kar eden bir Beşiktaş'a aşinayım (Youla ulan Youla, Youla'dan kar ettik biz!!!),  Holosko'nun İstanbul Belediye'ye Demirören'ın belediyeden aldığı imar izinleri karşılığında pamuk ırgatı gibi yollanması kanıma dokunuyor. Bonservisine 8.5 milyon euro bayılmak suretiyle Gaziantepspor'u münhasır medeniyetler seviyesine çıkarttığımız Tabata'yı da yarın öbür gün adam tutup dövdürerek Buca'ya imza atması konusunda ikna edeceklerini düşünüyorum.

Ara transfer sezonu Galatasaray için de oldukça hareketli ve çalkantılı geçti. Sarı-kırmızılı takımın Colin Kazım tercihi çok konuşuldu. Fenerbahçe'nin sözleşmesini feshetmesinden 5 dakika sonra Galatasaray'a imza atan Colin Kazım'ın transferi Galatasaray'lı taraftarların çoğunu, en azından benim tanıdığım Galatasaray'lıların çoğunu kahretti. Stad mtad, Samiyen-Türk Telekom Arena falan derken basiretsizliğini biraz olsun unutturan Adnan Polat yine taraftarın hedefinin 12'sine oturmuşken Kazım'ın Ali Sami Yen'in son golüne imza atarak Galatasaray ve Türk futbol tarihine geçmesi Galatasaray'lıları iyice şaşkına çevirdi. Hemen ardından Romanya'nın Cluj takımından alınan Culio ise büyük eleştiriler eşliğinde Türkiye'ye geldi, Beypazarı gibi Şampiyonlar Ligi seviyesinde bir takım karşısında (!) gösterdiği performans sonrasında sarı-kırmızılılar tarafından ikinci devrede kurtarıcı olarak görülmeye başlandı. (Şampiyonlar Ligi'nde bu sezon 6 maçta 1 gol 4 asistle oynayan bir adamın Türkiye'ye gelirken bunca eleştiri alması da çok garip, Beypazarı karşısında iyi oynayınca yere göğe sığdırılamaması da.) 8 milyona aldığı Elano'yu devre arası gelmeden 2.9'a satarak bu işten müthiş bir kar yaparak alnının akıyla çıkan ve dünya ekonomisine yeni bir bouyt kazandıran sarı-kırmıızlı yönetim, 7.5 milyona aldığı ve Hagi'nin sakız çiğnediği için sittir ettiği Misimoviç'ten devre arasında ne kadar kar edeceği de yeni yılın en çok merak edilenleri arasında. Fakat hepsi bir yana, 4-5 ay içinde bunca destana imza atan Adnan Polat ve ekibinin bana göre transferdeki en önemli hamlesi Serdar Özkan'ın sözleşmesini feshetmek oldu. Bedavaya Beşiktaş'tan alınan Serdar'ın "lanet olsun bundan gelecek paraya da, oynayacağı topa da" denerek erken erken kovularak Ankaragücü'ne yollanması sezonun en iyi transfer hamlelerinden biri.

Lider Trabzonspor, sezon sonunda en yakın rakibine 30 puan fark atma niyetinde ki, makine gibi işleyen takıma 3 önemli takviye daha yaptı. Polonya'nın Wisla Krakow takımından biri savunma diğeri hücum oyuncusu olan Brozek kardeşleri transfer eden Karadeniz ekibi, Ankaragücü'nden de Mehmet Çakır'ı  Trabzon'a getirdi. Polonyalı kardeşlere toplam 2 milyon euro bonservis ödeyen Trabzonspor, Mehmet Çakır için ise para ödemedi. Şu anda oynadığı 1960 model (!) futbolla rakiplerinden yeterince üstün olan Trabzonspor, ikinci yarı bir kadro zaafiyeti yaşayıp da bir sürprize, daha doğrusu bir mucizeye kurban gitmemek için işleri şimdiden sıkı tutuyor. 1996 yılındaki o ağır travmanın izlerini halen beyin kıvrımlarında taşıyan Trabzon halkının o felaketin tekrarı halinde kendisini lime lime doğrayıp sonradan toplu şekilde intihar edeceğini tahmin edebilen Şenol Güneş, rahat ve huzurlu bir ikinci yarı geçirmek niyetinde. Her gördüğümde bana Serdar Ortaç'ın klip zencilerini hatırlatan Faty Papy'nin onca zaman bünyede tutulduktan bu transfer döneminde kontenjan sıkıntısı sebebiyle serbest bırakılması ise benim için hayal kırıklığı oldu. İzlediğim 1-2 röportajına paralel olarak söylüyorum, Türkiye tam da yeni Kompela'sını bulmuştu...

Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe'si, transfer sezonunun en suskun büyüğü. Hatta tek suskun büyüğü. Hatta birleştirelim, tek ve en suskun büyüğü. Buraya yazacak pek bişey olmadığı için lafı ağzımda geveliyorum. Fenerbahçe'nin ikinci yarıda ilk yarıya göre tek artısı Guiza olacak gibi görünüyor. Topuğundaki sakatlığı yavaş yavaş atlatıp ikinci yarı forma giyebilecek duruma gelen Guiza, "Niang'ı takımdan kesicem, hem de kıtır kıtır" dedi. Semih ve Niang'ın ligin son haftalardaki formsuzluğundan sonra bir hücum elemanı transferinin şart olduğunu düşünen Aykut Kocaman, Aziz Yıldırım'dan aldığı cevaptan sonra korkusundan bir daha "transfere ihtiyacımız var" diyemedi. Yıllık ücreti eşşek yüküyle verilen Guiza'yı ileri uçta alternatifler arasına sokup ekonomik olarak akıllıca hareket etmek gerektiğini Aykut Kocaman'a uygun bir dille, tane tane anlatan Aziz Yıldırım devre arasını transfer yapmadan geçirmeyi düşünüyor. Takımın puan, futbol ve sistem olarak çok önde olan Trabzonspor'u transfer yaparak yakalayamayacağını kavrayan başkan, bana göre doğru iş yaptı. Bir de Brezilya'lı sıkıntısı var tabi. Alex kendisi açısından gidişattan memnun olmadığı zamanlarda sürekli yaptığı gibi, Brezilya basınına ve kendi internet sitesinde yaptığı açıklamalarla yine gündeme bomba gibi düştü. Artık başının çaresine bakacağını ve profesyonellik çerçevesinde davranacağını kamuoyuna açıklayarak, taraftarın da yönetime kuracağı baskıyla istediği rakama, istediği uzunlukta bir sözleşme koparmak isteyen Alex, Brezilya'da hocası Aykut Kocaman'ın arkasından bir ana avrat küfür sallamadığı kalan Santos'la birlikte Fenerbahçe'nin sırtındaki kamburlardan. Türkiye Kupası'na Yeni Malatya yenilgisiyle veda eden futbol takımı şu an bütün bunların eşliğinde tam bir sallantıda ve bu sallantının ilacı kesinlikle transfer değil.

13 Ocak 2011 Perşembe

Amores Perros (Yıldızlar ve Keçiler)


Sergen Yalçın: "Guti için sürekli yıldız deniyor ama ben daha maç çevirdiğini görmedim. Abartmayı seviyoruz millet olarak."
Guti Hernandez: "Manisaspor karşısında 2 asist, 1 gol."

Görüldüğü üzere kimi sahada konuşmayı tercih ediyor, kimi oturduğu yerden işkembesinden sallamayı. Sergen susar mı? Hiç sanmam. Az sayıda Beşiktaş taraftarının halen duyduğu sempatiyi de kaybedene kadar yapılan tüm transferlere dil uzatmaya devam eder, gündem yarattığını düşünerek. Guti de dahil olmak üzere. Öylesine dik kafalı öylesine çekemez, çekilmez. Guti'ye yıldız değil yakıştırmasını yaparken, o yanındakiler hiç demez ki, " ya Sergen be, Guti Madrid'de kaptanlık pazubandıyla sahaya çıkarken, sen  bi takıma transfer olmuştun, böyle yeşilli turunculu, hatta formanın arkasında keçi sergen yazıyordu, hangi şehrin, hangi ligin takımıydı o ya?" diye. Allah'tan hafızamız sağlam. Hatırlıyoruz.

11 Ocak 2011 Salı

Bi Zahmet Git Artık!!!


Fenerbahçe kaptanı Alex, biten sözleşmesinin sezon sonunda uzatılacağına inanmadığını söyledi ve resmen dedi ki, "gidiyorum." Gerçi Alex'in bu tarz açıklamalarına daha önce de rastlamıştık. Alex teknik direktörüyle veya yönetimle anlaşmazlıklar yaşadığında konuyu hemen internet sitesine veya Brezilya basınına taşıyor ve biraz araştırırsanız siz de farkedeceksiniz ki, istediğini alıyor. Türkiye'de ona gösterilen ilgi ve sevginin inanılmaz boyutlarda olduğununun farkında ve yaşanan problemlerin taraftar tarafından da duyulması, durumu onun lehine çevirdi bu zamana kadar hep. Dün kendi sitesinde Fenerbahçe ile sözleşme uzatmak için görüştüğünü fakat herhangi bir ilerleme kaydedilmediğini söyleyen Alex, sezon sonunda tekliflere açık olduğu sinyalini verdi. Yani diyor ki, "bakın gidiyorum, ona göre. Yani pek umudum yok sizden yana ama, olur da beni bir sezon daha düşünüyorsanız, elinizi çabuk tutun. Brezilya buradan bir, bilemedin iki uçak."
Bir Beşiktaş'lı olarak söyleyebilirim ki, Alex'in gitmesi rakiplerin yararına şu an için. Aykut Kocaman takıma doğru düzgün bir şablon oturtamadan, Alex'siz oynayıp kazanabilecek, turlar atlayabilecek, kupalar alabilecek bir kadro ve sistemi yerleştiremeden takımın kalbini söküp, "ben revizyon yapıyorum arkadaş, ve buna Alex'ten başlıyorum" dedi. Takım onsuz sudan çıkmış balık gibi. Yıllardır Alex'in formu ve katkısına bağlı olarak ligdeki sıralamaya dahil olan Fenerbahçe, onsuz oynanacak futbola henüz çok yabancıyken, Alex'siz bırakılmaya çalışılıyor Aykut Hoca tarafından. Uygulama uzun vadeli olarak doğru belki ama, zamanlama yanlış.
Daha önce kaç seferdir gittim, gidiyorum, gideceğim galiba, gitti gidiyor, giderim gelmem diyen, Beşiktaş maçlarını hiç boş geçemeyen, 2'şer 2'şer sallayan Alex'e Beşiktaş taraftarı olarak söylüyorum ki, bi zahmet git Alex!!! Git Brezilya'ya, oyna halı saha topunu. Orada da kralsın nasıl olsa.

Abi vallahi oğluma el salladım!!!

Real Madrid'in ligin en iyi takımlarından Villareal karşısında 2-1 geriden gelerek 4-2 kazandığı karşılaşmaya yine, yeni ve yeniden Jose Mourinho damga vurdu. 82. dakikada galibiyeti perçinleyen Kaka'nın golünden sonra yerinden fırlayarak Villareal kulübesi önüne giderek tribünleri elleriyle galeyana getiren Mourinho, rakip kulübeyi çıldırttı. Öne geçtikleri maçta 4 golü yedikleri için zaten çok üzgün ve sinirli olan Villareal kulübesi, tam önlerine gelerek onların üstündeki Real'li taraftarlarla diyaloga giren Mourinho'nun üzerine yürüdü. Hatta yedek kulübesindeki Cani, elindeki su şişesini Mourinho'ya fırlatarak kırmızı kart gördü. Mourinho maçtan sonra yaptığı basın toplantısında, "Oğlumun üzerine yemin ederim ki, rakip kulübeyi tahrik etmek istemedim. Villareal kulübesinin tam üzerindeki tribünlerde maçı izleyen oğlumla golün sevincini yaşamak istedim.  Çocuklarım için ne kadar deli olduğumu bilenler, umarım oğlumun üzerine yemin ettiğim için doğru söylediğime inanırlar" diye konuştu. Evet, henüz dün akşam yılın hocası seçilen Jose Mourinho,  fifa bir de yılın eşşolueşşeği ödülü verse, iki ödülü de aynı bünyede barındırabilecek kapasiteye sahip. Golü oğluyla kutlamak istemiş olabilir, yalan söylediğini düşünmüyorum, ama ne olursa olsun moral motivasyonu o kadar düşmüş, kızgın ve üzgün bir rakibin kulübesinin önüne gidip de el kol hareketleri yapmak denyoluk. O sevinci bu şekilde yaşama isteği, rakibe duyulan saygıdan daha önce gelmemeli. Özne Mourinho ise, herşey anormal cereyan ediyor işte.

Yılın En İyileri...


Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA) tarafından yılın en iyi futbolcusuna verilen ''Altın Top'' ödülü, bu sezon da Lionel Messi'ye gitti. 3 Barcelona'lı arasında geçen yarışı geçen sezon da bu ödülü kazanan Messi'nin alması hayal kırıklığı yarattı. Barcelona'yla İspanya' Ligi'ni sallayan ve İspanya Milli Takımı'yla da Dünya Kupası'nı kaldıran Xavi ile İniesta'nın ellerinin boş kalması bana göre de pek yakışmadı gibi. İspanya Mili takımı kalecisi Casillas da oylamanın sonucuna tepkisini "Bir İspanyol olarak hayal kırıklığına uğradım. Dünya Kupası'nı kaldırmış Xavi ve İniesta'nın ödülü Messi'ye kaptırmaları çok adaletsiz" sözleriyle dile getirdi. Dünya Kupası'nı gol bile atamadan tamamlayan Messi böylesi rakiplere karşı bile yılın futbolcusu seçilebiliyorsa, önümüzdeki birkaç yıl eğer büyük bir sakatlık yaşamazsa bu ödülü rahat rahat kazanacak demek.
Yılın teknik direktörü seçimi, Messi'ye göre daha adaletliydi bana göre. Rakipleri Vicente Del Bosque ve Joseph Guardiola'nın önünde birinci seçilen Jose Mourinho, bu sezonun tartışmasız en iyisiydi. Geçtiğimiz sezon Serie A, İtalya Kupası ve Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşayan Portekiz'li teknik adam hiç eyyama mahal vermeden ödülün sahibi oldu.

Futbolcuların ve teknik adamların belirlediği yılın 11'i ise şöyle oluştu:  


Casillas

Maicon

Pique
Lucio
Puyol

Xavi

Sneijder
Iniesta

C. Ronaldo

Villa
Messi


Gecenin biz Türklerin ağzına bir parmak bal çalan olayı ise Hamit Altıntop'un 2012 elemelerinde Kazakistan'a attığı müthiş golün futbolcumuza Yılın Golü ödülünü getirmesiydi. Videoyu izleyip, Ömer Üründül'e kulak verirseniz kendisinin ne kadar ileri görüşlü bir futbol adamı olduğuna da şahit olabilirsiniz.

7 Ocak 2011 Cuma

Yılın Hayvanı


Dün Serie A'da oynanan maçlar arasında en ilginç skorla biteni, Juventus - Parma mücadelesiydi. Parma'nın eski Juventus'lu Giovinco'nun 2 golüyle birlikte 4-1 kazandığı maçın skoruna en az Giovinco kadar etki eden Juventus'lu ise Felipe Melo oldu. Henüz 17. dakikada Juventus kalesi yakınlarında ikili mücadeleye girdiği Paci'yle birlikte yere düştükten sonra hakemin kendi lehine faul kararı vermesine rağmen herkesin gözü önünde kramponunun altıyla rakibinin suratına canice bir tekme atan Melo, hem takımının maçı farklı kaybetmesine sebep oldu, hem de 2011'in daha başından yılın hayvanları arasına girmeyi garantiledi. En az 6-7 maç ceza lazım.

5 Ocak 2011 Çarşamba

Bundesliga'da Futbol Aşkı...

'
Avrupa'da haftasonlarını en çok futbol ile keyiflendiren ülkenin Almanya olduğu gözlerden kaçmamıştır. 18 takımın bulunduğu Almanya Bundesliga'da, haftada 786380 kişi maç izliyor.Burada Almanya'nın köklü 3 takımı başı çekiyor;
Borussia Dortmund   73817 kişi  %94 ortalama
Bayern Munich   69000 kişi  %100 ortalama
Schalke   52345 kişi  %99,6 ortalama
İlk yarıyı 10 puan ile son sırada bitiren Mönchengladbach'ın içsaha maçlarını 45000 kişi ortalaması ile oynaması parmak ısırtacak cinsten olsagerek. Bu sene olumlu futbolu ile Avrupa kupalarını hedefleyen Mainz takımı 20500 kapasiteli stadında maç başına 20015 ortalama ile oynaması futbolun taraftar ile ne kadar güzel olduğunu göstermektedir. Öte yandan  İstanbul Büyükşehir Belediye'nin maçlarını 200 kişi ortalama ile 80000 kişilik stadta oynaması trajikomik diğer bir olaydır. Almanların bence futbola bu denli düşkün olmasının sebebi,  hemen  hemen her sene ligin son haftalarında şampiyonluk potasına  4-5 takım ile girmesidir. Almanya 2. ligi'ndeki maç başına 15000 kişilik ortalama, Portekiz, Belçika, Avusturya 1. liglerini geride bırakmaktadır. İtalya Seri A, % 55 lik ortalama ile İngiltere, Almanya, İspanya, Hollanda ve Fransa'nın çok gerisinde kalmıştır. Son 5 seneye damgasını vuran İnter, içsaha maçlarında San Siro'yu % 56 oranında doldurabilmektedir. İkinci sırayı % 50'lik oran ile Milan almaktadır. İtalya'da, büyük takımlar ile küçük takımlar arasında uçurum olması, taraftarı etkileyen en büyük unsurdur bence.
Her fırsatta futbol ile yatıp futbol ile kalktığımızı dile getiriyoruz. Tuttuğumuz takıma; arkadaş sohbetlerinde, çalıştığımız işyerinde, kahvehanelerde kesinlikle toz kondurmuyoruz. Gerektiğinde takımımız için silahlarımızı kuşanıp, rakip taraftarlar ile kavga ediyoruz. Taraftar yüzünden en çok sahası kapanan ülke biziz ve bundan ders çıkartmıyoruz. Türkiye'de Fenerbahçe %68 ortalamaya sahip. Beşiktaş %63, Galatasaray ise %60 ortalamaya sahip. Almanya'da adını duyduğumuz zaman dudak bükeceğimiz Nürnberg takımı kendi sahasındaki maçlarını 41600 kişi ortalama ile oynayarak tek başına bizim ülke takımlarımıza fark atmaktadır. Biz ülke olarak iyi gün taraftarıyız. Takım iyi ise maçlara gidiyoruz.Takım kötü ise gitmiyoruz. Ülkemizin ekonomik açıdan iyi olmadığı bu dönemlerde maç biletlerinin oynanan futbol kalitesi ile doğru orantılı olması gerekmektedir.3-5 sene öncesine kadar ülkemizde bayanlar maçlara gitmiyordu. Şimdilerde ise bunu biraz yenmeyi başardık.Ama ilerleme kaydetmek sadece bununla sınırlı kalmamalıdır. Diğer Avrupa ülkeleri her sene %10 ilerleme kaydederken, biz sadece %1 yol katedebiliyoruz. 

Şeytan Üçgeni (!) tamamlandı...


Beleş transferin bir numarası Galatasaray, Fenerbahçe'den Colin Kazım'ı da renklerine bağlayarak bermuda şeytan üçgenini tamamladı. Bu ve bundan önceki sezon başlarında Beşiktaş'tan Gökhan Zan ve Serdar Özkan'ı transfer ederek rakibinin adeta kalbini söken sarı-kırmızılılar, bir darbe de Fenerbahçe'ye vurdu. 3.5 yıllık sözleşmeye imza atan Colin Kazım, yıllık 1 milyon 250bin euro + maç başı ücret alacak. Galatasaray'lı değilim, hatta bu aralar içinde bulundukları durum kendi takımımın haline bakıp "beterin beteri var" dememe ve şükretmeme sebep oluyor bazen ama, arkadaş vallahi billahi ayıp artık!! Misimoviç'i sakız çiğniyor diye disiplinsiz ilan eden ve ipini çeken Hagi'nin eline dünyanın en lakayıt, en kendini bilmez topçularından birini vermek hangi akla, hangi mantığa sığar? Hagi'nin bu transferdeki rolü ve düşünceleri nelerdir? Adnan Polat ve ekibi Kazım'ı Fener'den futbolcu aldık diyebilmek için mi, bedava olduğu için mi, yoksa hakikaten takıma yaralı olacağını düşündükleri için mi transfer etmişlerdir? Bunlar cevap bulması gereken soruların sadece birkaçı.
Kazım imzayı attıktan sonra sıcağı sıcağına verdiği röportajda "kim olduğumu göstereceğim" demiş. E be güzel kardeşim, yaptığın bütün denyoluklara rağmen tüm Fenerbahçe teknik adamları senden faydalanmaya, seni takımın bir parçası haline getirmeye çalıştı. Eline kendini göstermek için onlarca fırsat geçti. Dile kolay, 77 maça çıktın Türkiye'de. Ama sen hiç bir zevkinden feragat etmedin, kendini geliştirmeye çalışmadın, verilen tüm şansların üzerine tükürüp bastın, geçtin.  Kendini göstermek için Galatasaray'a transfer olmayı mı bekledin? Fenerbahçe'de iken aklın nerene kaçmıştı acaba?
Galatasaray taraftarını kendinden soğutacak, 5 kuruşluk fayda sağlamayacak, parasını havaya savurtacak bir transfer daha yaptı. Bir Beşiktaş'lı olarak Adnan Polat ve yönetimi beni ciddi derecede rahatsız ediyor. Yıldırım Demirören'e şükrettiriyorlar beni, düşünün artık gerisini.

1 Ocak 2011 Cumartesi

6 Dakikada Felaketten Mucizeye...

2004-2005 sezonu İnter için kötü başlamıştı. 17 maç sonunda alınan tam 12, evet tam 12 beraberlik, yenilgisi olmayan İnter'i ligi süpüren Juve ve Milan'ın epey gerisine düşürmüştü. Ezeli rakip Milan'ın taraftarları İnter'lilerin beraberliğe 3 puan verildiğini sandıkları için bu kadar beraberlik aldıklarını söyleyerek mavi-siyahlıları sürekli alay konusu yapıyorlardı. Bütün bunların verdiği dolduruşla 18. haftada Sampdoria ile oynanacak karşılaşma için San Siro'ya gelen İnter taraftarlarının 82. dakikadan sonra stadı terketmeyen kısmı bir büyük bir mucizeye tanıklık etti. Tonentto'nun golü ile devreyi 1-0 geride kapatan İnter, 83'de bir gol de Kutuzov'un ayağından yiyince, taraftar takımı ile teknik direktör Mancini'yi yuhalamaya ve pankartlarını toplayarak staddan ayrılmaya başladı. Fakat ne olduysa bundan sonra oldu. Anlatmak yetmez, izlemek lazım, İnter çığırtkanı Roberto Scarpini'nin eşsiz sunumuyla. 9 Ocak 2005, İnter takımına saygı duyduğum tek gün.

İşte Premier Lig bu!!!!!!!

Tarih, 22 Ağustos 2004. Rüya takım Arsenal, Arsene Wenger ile bir önceki sezonu şampiyon kapatmış, yeni sezonda da şampiyonluğun en büyük favorisi, ligin ilk iç saha maçını oynamak üzere Highbury'e çıkıyor. Eğer yenilmezlerse, Nottingham Forrest'in sahibi olduğu 42 maçlık üst üste yenilmezlik rekorunu egale edecekler. Golle başlıyorlar, fakat Middlesbrough bırakmıyor, deplasmanda 10 dakikada 3 gol buluyor. Herkes gitti rekor diye ellerini başının arasına alıp kara kara düşünmeye başlarken, Arsenal makinesi tekrar işlemeye başlıyor. Sonuç, 5-3. Murat Kosova'nın çığlıkları hala kulaklarda, "İşte Premier Lig Bu!!!"