Arabanın Torpidosuna Sokarım!!!!!

Arabanın Torpidosuna Sokarım!!!!!
Murat Özarı: - Eğer var ya bak sana Fikret Engin sana bişey söyliyim, bak bi dakka ya, bi dakka sana bişey söyliyim, o Teoman, sen şimdi burdasın ya, sen benim arkadaşımsın, Fikret Engin, ben senin için ölüme giderim. Fikret Engin: - Eyvallah, ben de giderim abi, tamam. Murat Özarı: - Sen benim kader arkadaşımsın. Teoman Bey, sana benim yanımda öyle vuracak var ya, O Teoman'ı var ya, arabanın torpidosuna sokarım!!!

22 Kasım 2010 Pazartesi

Izdırap...


Tepe Not: Beşiktaş ile yazdığım yazıları Schuster fotoğrafıyla süslemek adetim oldu. Çünkü her yaptığı ve söylediğiyle maçın önüne geçip odak noktası oluyor Alman teknik adam. Yazıyı da bugüne kadar bekletmemin sebebi sıcağı sıcağına yazdığım zaman kendimi tutamayıp ana avrat girecek olmamdan korkmam. O yüzden sakinleştikten sonra yazıyorum. Saygılar.

Beşiktaş 13. hafta mücadelesinde Cumartesi akşamı evinde Konyaspor'u ağırladı. 11 haftada yine içeride oynanan Kasımpaşa maçını hatırlayanlar tedirginlik göstermekte haklıydı. Rakip kim olursa olsun (İsterse Mersin Belediye olsun )iç saha maçları ızdırap haline geliyordu bu sezon Beşiktaş için. Neredeyse sezon başından beri arkadaşlarımla Türkiye Ligi'nden konuşmaya başladığımızda illa ki Konyaspor'un ne kadar kötü bir takım olduğunu, Süper Lig ayarında olmadığını, düşecek takımlar listesinde başı çeken adaylardan olduğuna da değiniyorduk. Özellikle Fenerbahçe'den Konya'da 4 yedikleri karşılaşmayı izledikten sonra, yedikleri inanılmaz basit goller ve verdikleri pozisyonları da dikkate alarak bu takımın sezon sonu en az 80 gol  yiyeceğine kanaat getirmiştim. Fakat Ziya Doğan'ın takımının şeyi yine bize kabardı, yüreği.
Maça topa hükmederek başlayan Beşiktaş ilk 10 dakikalık süre içerisinde ortaya yaratıcılık koyamadığı için pozisyon üretemedi. Solda Holosko, sağda Tabata, Tabata'nın hemen önünde Quaresma, ileride(!) Nobre düzeniyle hücum etmeye çalışan  Beşiktaş, bireysel yetenekler konuşmaya başlayınca ceza sahasına girmeye ve şut atmaya başladı. Yine bu şut denemelerinden birinde korner kazanan Beşiktaş rakibinin üzerine top yekün gitti. Ve yine çoğu zaman olduğu gibi bu fırsattan gol çıkaramadı, üstüne bir de kontrataktan gol yiyerek üzerine tüy dikti. 16. dakikada Beşiktaş kornerinden dönen topla kendi sahasının ortalarında buluşan Graijcar yanına 2 arkadaşını da alarak topu 60-65 metre sürdü, müdahale mi etsem atılacak pasa mı koşsam ikilemine düşen İbrahim Üzülmez'i de önüne katıp geri geri koşturarak Beşiktaş ceza alanına kadar geldi, topu da sol köşeden filelere taktı. Böylelikle Cenk Gönen'in de sihirbaz olmadığı, kaleye her gelen topu kurtaramadığı anlaşıldı (Hakan'ın her yediği golden -boşa çıkışları saymıyorum tabi ki- sonra bu da yenir mi ulan, Cenk bunu yemezdi, Allah belanı versin Hakan, defol git bu takımdan tarzı isyanları sık sık duyuyorduk çünkü.) Golden sonra Beşiktaş topu daha fazla Quaresma ile buluşturmaya, onun driplinglerinden gelecek pozisyonları beklemeye başladı. Sol tarafa Holosko'nun ayağına giden her top kayıp olarak geri döndüğünden pek de fazla seçenek kalmamıştı aslında. Sahadaki oyuncular içerisinde santraforumuz olarak görev yapan Nobre'nin ise kaleye yakın ve yüzü dönük şekilde hiç top almamış olması da Beşiktaş'ı bilenler için hiç de sürpriz değildi. Şaka maka Ernst'in yanında oynasa çok daha verimli olacak Nobre'nin ilk 11'de başladığı karşılaşmalarda bolca ceza alanı verimsizliği hissediyor Beşiktaş. Nobre rakip savunmacılarla ve orta saha oyuncularıyla boğuşuyor, faul alıyor, yapıyor, top kapıyor, savunmasına destek veriyor, fakat asıl iş yapması gereken yerde, rakip ceza sahası içerisinde bırakın pozisyon bulmayı, topla bile buluşamıyor. Bütün bu olumsuzlukların yanında Tabata'nın gayretli oyunu, Ersan'ın savunmadan topla çıkışları, Ernst'in orta yuvarlaktaki üstünlüğü Beşiktaş'ın gol bulabileceği umudunu veren ayrıntılardı. 27. dakikada sağdan Tabata'nın kestiği bir korner sonrası golü buldu Beşiktaş. Kafayla ceza sahası dışına çıkarılan topu bir kez daha içeri dolduran Tabata, Konyaspor stoperi Kere'ye kale ağzında kafayı kendi kalesine vurdurdu ve Beşiktaş şoktan çıktı. Bu dakikadan sonra daha rahat ve kendinden emin oynamaya başlayan Beşiktaş, özellikle sağ taraftan rakip kaleye yüklenmeye başladı. 40. dakikada penaltı noktası yakınlarında Nobre'nin kafayla Tabata'ya indirdiği topu bu futbolcu güzel kontrol edip bekletmeden şutladı, kaleci Gökhan'dan dönen topu Holosko ağlara yolladı. Bu gol, Beşiktaş için bu maçın sonuna kadar yaşanan son güzel olaydı. 43'te Quaresma kalecinin üzerinden topu aşırtayım derken sakatlandı ve yerine Erhan Güven'e bıraktı. Devre arasında yapılan kontrollerde de yıldız futbolcunun 2 ila 4 hafta arası oynamayacağı açıklandı.
İkinci yarıya Beşiktaş yine baskılı ve arzulu başladı. Ernst'in ve Tabata'nın sürüklediği akınlarla ortadan rakip savunmayı delerek farkı arttırmaya çalıştı.. Önce Holosko boş kaleye, sonra Tabata Nobre'nin asistinde karşı karşıya inanılmaz 2 gol kaçırarak taraftarları kahretti. Kaleye yapılan üst üste şut denemelerinden de sonuç alınamadı. Özellikle Holosko'daki büyük düşüş ve gamsızlık beni en çok düşündüren şeylerden biri. Ayağına aldığı her topla 3 kişinin arasına giren, içlerinden geçmeye çalışan ve Quaresma'nın da tepkisini çeken Holosko kaçırdığı akıl almaz goller ve kaybettiği toplardan sonra bile oldukça vurdumduymazdı. Ve sanki bu vurdumduymazlık biraz başa geleceklerin habercisiydi. nitekim 62. dakikada Beşiktaş öyle bir gol yedi ki, kelimeler kifayetsiz kaldı. Beşiktaş numaralı tribünlerinin önünden Beşiktaş'ın koruduğu deniz tarafındaki kalenin arka direğine doğru uzun bir orta yapıldı. 2-1 galip olan bir takımın savunmasında böylesine uzun ve kaleye yakın bir topu kontrol için kademeye girecek en az 2  futbolcu olmasını beklersiniz doğal olarak. Ama  Beşiktaş savunması anlamsız bir şekilde ceza sahasının ön tarafına öbeklendiği için Konyaspor'lu Erdal haricinde kimsecikler yoktu topun düştüğü yerde. Erdal topu indirdi, düzeltti, kalenin içine yolladı, kademeye koşan Ersan'a rağmen Graicar çizgi üzerinde dokunup kendisinin ve takımının ikinci golünü atarak maça beraberliği getirdi. Izdırap başlamıştı. Böylesine iyi oynayıp pozisyonlar bulduktan sonra farkı açmak yerine beraberliğe düşmek takımın moralini çok bozdu, mücadele gücünü zayıflattı. Şuursuz bir baskı başladı. Sağ kanadı kullanarak çizgiye kadar inebilen fakat orta yapmakta bu aralar bolca dalga geçilen Sabri Sarıoğlu'ndan bile yetersiz kalan Erhan ve Hilbert sebebiyle bu taraftan hiç gollük pas çıkmadı. Holosko da inanılmaz bir ısrarla -izlemeyenler inanmayacak belki- buluştuğu hiçbir topu arkadaşlarına vermeyip rakiplerin üzerine üzerine sürünce sol taraf da tıkandı. Savunmayı göbekten delmek de kolay değildi bu dakikadan sonra morallenmiş ve puana yaklaşmış bir rakibe karşı. Ersan Gülüm günün ikinci sakatı olarak 73. dakikada yerine Necip'e bırakınca oyun sistemi ve hücum organizasyonları da yara aldı. Bobo'nun yokluğunda tehlikeli bölgelerde buluşulan topları kaleye etkili biçimde yollayabilecek biri daha olmadığı için sahada, kendi kendini yiye yiye bitirdi Beşiktaş. Bobo'nun yaptığını yapabilecek özellikteki tek oyuncu olan Fatih Tekke de Schuster'in kişisel inatları ve hırsı sebebiyle tribünde unutulunca golü atmak ancak rakip savunmacılara kalıyor işte. Fatih Tekke eğer çok ciddi suçlar işlediyse, şu an onu takımda tutmak en büyük yanlış. Galatasaray yeterince mücadele etmiyor diye Misimoviç'i A2'ye yollayabiliyorsa, Fatih Tekke de takım içinde düzeni bozuyorsa eğer, yolla A2'ye, para cezası kes, hızını alamadıysan sözleşmesini feshet. Olayın ciddiyeti anlaşılır ve karşı çıkılmaz yapılan eyleme. Ama hem takımda tutup hem de takım Bobo'suz golcü diye inim inim inlerken tribünde oturtursan, sergilediğin duruşa saygı gösterilmesini beklemezsin. Maçtan sonra "Türkiye'de 1960'ların futbolu oynanıyor" dedi Schuster. E güzel kardeşim, ilk 12 haftayı Bundesliga'da mı oynadık?Sen geleli ne kadar oldu, 1 hafta mı? Beşiktaş ilk 6 haftada 4 galibiyet ve 1 beraberlikle 2. sırada yer alırken de bu takımlar 1960'ların futbolunu oynuyordu. Hepsini geçtim, Quaresma'nın değeri kadar toplam değeri olan takım, İnönü'ye gelip de 4 forvetle mi oynayacak karşında? Real Madrid'i çalıştırırken rakiplerin Bernabeu'ya sana 5 atmaya mı geliyorlardı? Bırak bu işleri!!!! Sana göre suç ya Ziya Doğan'da, ya Yılmaz Vural'da, ya Konyaspor'da, ya Kasımpaşa'da, ama hiçbir zaman oynattığın sistemde değil, kurduğun 11'de değil, senin taktiksel olgularında değil. Gereksiz inatlarla takım girdapların içine sürüklendikçe sürükleniyor. Trabzonspor dün akşam Eskişehir'e puan kaybetmese neredeyse gazozuna oynanacak olan bir derbi var önümüzde. Gerçi 9 puanlık farkı da bu futbol anlayışı ve maç başına yenilen 1 golle nasıl kapatacağız, o da ayrı bir merak konusu ya, çıkmayan candan umut kesilmez hesabı, Trabzonspor ve Kayserispor'un kayıpları şimdilik umutları tam olarak tüketmemize engel oldu. Gelecek hafta karşısında kapanan, 1960'ın futbol anlayışıyla oynayan bir takım olmayacak Schuster'in. Göstersin bakalım marifetini, modern futbol karşısında neler izletecek bize. Sakın sakatlıkları bahane etmesin, Aragones'le birlikte Fener'in ağzından burnundan kan getiren, takımdaki neredeyse tüm futbolcuların etlerini lime lime eden kondisyoner Cascallana'yı Beşiktaş'a bu sezon kendisi transfer ettirdi, şimdi de Beşiktaş takım halinde dökülüyor. Bu durum tamamen Schuster'in kendi eseri.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder